top of page
Yazarın fotoğrafıTuran

fiyat listesi

kaşarlı tost: 1,75

karışık tost: 2,25

Lüks karışık: 2,75

patatesli: 3

amerikanlı patatesli: 4

sosisli: 4

amerikanlı sosisli: 5

köfte: 5,5

kaşarlı köfte: 6

amerikanlı köfte: 6,5

kutu içecek: 1,5

çay: 500 bin

kahve: 1 milyon

su: 500 bin


fiyat listesini hemen hemen her gün inceliyordum. kutu içecek aldığım günler en iyi ihtimalle karışık tost yiyebiliyordum. üstelik günün geri kalanında olur da susarsam musluğa talim ediyordum. musluklardan her ne kadar terkos su aksa da okulun su boruları çok eski olduğundan içeride oluşan pas, terkos tadını bastırıyordu. gerçi paslı su sonradan ağızda yosun yemiş hissi uyandırıyordu ama yine de terkos kokusundan iyiydi. sonradan suyu sabah evden çıkmadan tıka basa içersem bu sorunu ortadan kadrıracağımı düşündüm ve bu fikri uygulamaya başladım.


aslında liseye başladığımda babam haftalığıma zam yapıp yirmi milyona çıkarmıştı. yani günlük dört milyon gibi mütevazı bi rakam. yine de sevinmiştim yirmi milyona. küçük ama onurlu! lakin günlük dört milyonun lise hayatında bana yetmeyeceğini bu fiyat listesini görünce anlamıştım. ilerleyen haftalarda cebimdeki 3410 da gözüme batmaya başlamıştı. renkli ekran bi telefon almanın vakti çoktan gelmişti. milletin elinde 6600’la gamze özçelik izlediği dönemlerde benim 3410 baya bi sönük kalmıştı. yeni telefon için sponsor bulma ihtimalim de yoktu. hadi telefonu geçtim günlük dört milyonla kantinden sadece ekmek arası patates alabiliyordum. köfte, amerikanlı türevleri falan hak getire. çay kahve desen büyük lüks…


bir gün üsküdar’daki telefoncuların birinde siemens'in yeni çıkan c60 modelini gözüme kestirmiştim. rengarenk ekranı ve harici kamera takabilme özelliğiyle ateş ediyordu. fark ettiyseniz dahili kameralı telefonlar hayallerde bile yok. fiyatının "iki yüz seksen the city" olduğunu söyledi telefoncu kendi çapında bi espri ile süsleyerek. benim haftalıkları hiç yemeden biriktirirsem aşağı yukarı üç ayda alabiliyodum telefonu. kamerasına da yetmiş milyon fiyat çektiler. önce kamerayı alıp kendimi telefona motive etmeyi düşünmedim değil. ama sonradan telefonu alamazsam büyük mallık olacağına karar verip hemen uzaklaştım bu düşünceden.


tüm bu karmaşanın ortasında, pek çoğumuza göre tenefüslerde ya da boş derslerde barbut atmak lise kariyerimizin ilk yılı için oldukça cesurca bi hareketti. hemen hemen herkes bu oyunu zevk için oynasa da ben ciddi bir gelir kapısı olabileceğine inandım. kazanırsam tabii. çeşitli lojistik yetersizliklere rağmen her pazartesi bi şekilde oyun kuruluyordu. modern kumarhanelerin aksine masa kullanılmıyordu, duvara çarptırmak suretiyle yere atılıyordu zarlar. yüksek adrenalinle terleyen avuç içlerinde sallanan zarların duvara çarpıp yere düşerken çıkardığı ses ve yansıyan görüntü o ana kadar tattığım en büyük heyecanlardandı.


derken bir pazartesi, cebinde el değmemiş haftalığımla ilk zarımı attım. acemi şansı mıdır nedir üst üste attığım üç zarla süpürdüm herkesi. ilk ikisi 5:5 sonuncusu 3:3 gelmişti. barbutta 3:3 / 5:5 / 6:5 / 6:6 kazanan, 1:1 / 2:2 / 2:1 / 4:4 de kaybeden zarlardır. diğerleri ara zar. cebimden yüz milyondan fazla para oldu bi anda. takip eden haftalarda pazartesi'leri okula gider gitmez düşüyordum zara. üç dört zarda belli oluyodu haftanın nasıl geçeceği. ya kral takılıyordum ya terso. ortası yoktu. bu mereti sürekli oynamaya karar verdim. yirmi milyon hiç yoktan iyiydi gerçi ama beni kurtarmıyordu. "ya hep ya hiç" dedim. sonradan bu hayat felsefem oldu farkına varmadan. bir kısmını istemedim hiç bir şeyin. ya hep ya hiç. haftalığım kadar oynuyordum ama sadece. limit koymuştum kendime. kazandığımda artıya geçtiğim parayı zulalıyordum.


bir ay gibi kısa bi sürede zulamda üç yüz milyon para birikmişti. gittim doğruca telefoncuya. telefonu sıfır kutusunda getirdiler. üç farklı renk opsiyonundan, gri olanı seçmiştim. diğerlerine kıyasla daha bi oturaklı duruyordu. ağır görünmesi önemliydi. artık kumar alemindeydik çünkü. telefoncuya nakit vereceğimi söyleyip pazarlık yaptım. iki yüz altmışa düştü. "düz iki yüz elli olsun" ısrarlarıma rağmen inadını kıramadım. param olduğunu anlamıştı çünkü çakal. cebimde para olduğunu kimseye belli etmemem gerektiğinin dersini almam, ilerleyen yıllarda kumar masalarında çok işime yarayacaktı. eve gider gitmez şarja taktım. hiç kullanmadan on iki saat şarjda kalması gerekiyormuş. geçmek bilmedi o on iki saat. oyunlara bile girmedim. eski telefonda yılan oynadım uzunca bi süre. satmamıştım onu da kendim almadığım için. üstelik baba yadigarıydı sonuçta, ilk telefon.


lisenin ilk senesinin sonuna geldiğimizde barbutun yanına bir kaç çeşit oyun daha eklemiş olsak da gelenekçi bir mizaca sahip olduğumuzdan zarı hiç bırakamadık elimizden. neyse ki okul vakitlice bitti de başımıza bi iş gelmeden olaysız dağıldık. evdekiler taktir teşekkür alamadım diye ilk başta tribe girdiler ama ben o şartlarda sınıfı geçmemin ciddi bi başarı olduğunu düşünüyordum ve bunu zamanla onlar da kabul etti.

her sene olduğu gibi o sene de okul kapanır kapanmaz köye gittim. günümün çoğunluğu denizde geçiyordu. gideli henüz bir kaç gün olmuştu ki haydan gelen huya gitti... kızgın çakıllardan serin sulara koşarak yaptığım artistlik atlayıştan kısa süre sonra, türlü zorluklarla aldığım, nispeten yeni telefonumu da yanımda getirdiğimi fark ettim. o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. üstelik ceplerimi yokladığım da düşürdüğünü anladım. cepte telefonla denize atlamak nasıl bi mallıktır! koskoca karadenizde çük kadar telefonu aramak gibi bi saçmalığa kalkıştım. sanki bulunca bi boka yarayacakmış gibi. tabii ki de bulamadım. bir umut kıyıya yüzüp belki suya atlamadan cebimden çıkarmışımdır diye eşyalarımı karıştırdım ama yoktu. dediğim gibi haydan gelen huya gitti.


ama o gün öğrendim ki haydan gelenin huya gitmesi benim yüzümdendi, kişisel bi sığırlık. yani tamamen kontrol bendeydi aslında. ilk başlarda telefonumu kaybettiğime çok üzülsem de çıkardığım dersle gelecekteki haydan gelenleri kurtarmış oldum belkide.

nitekim öyle de oldu. gelecekte ki haydan gelenlerin hepsi hayırlara vesile oldu. özellikle "kare kız" paha biçilemeyecek sonuçlar doğurdu.




yazar turan

194 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

tiryaki

terapi

1 commento


alper_kocal
31 dic 2019

ya kantincinin yeğeniyle manita olacaktık ya zar atacaktık. biz zar atmayı seçtik.

Mi piace
bottom of page